21 Temmuz 2008 Pazartesi

AEGYPTOLOGY/EGYPTOLOGIE



Egyptologie teriminin kökeninde, batı dillerinde Mısır'ın adı olan "aegypt/egypte/egizzo" vb. kelimeler yatar. Eski yunancada Mısır'ın adı "aigyptios" yada "aegyptos"tur. Batı dillerindeki adlar bu addan türemiştir. Eski Yunancadaki bu adların, aşağı(kuzey) Mısır'da, eski imparatorluk çağının başkenti olan , ayrıca Yunanlılar'ın Nil'in Akdeniz'e dökülen kollarından gemiler ile gelerek ulaştıkları önemli bir nehir limanı olan Menfis kentinin, Eski Mısır dilindeki adı "Hikuptah"dan türediği iddia edilmiştir (Hikuptah=Aegyptos). Arapça da dahil olmak üzere, sami/semitik dillerde ise "Mısr/Masr adı kullanılmakta, Türkçe'deki "Mısır" kelimesi buradan gelmektedir. Eski Mısırlılar'ın kendi ülkelerini "kırmızı ve siyah" olarak adlandırdıkları buradaki kırmızının çölleri siyah rengin ise Nil kıyılarındaki bereketli ovaları simgelediği bilinmektedir.

Ejiptolojinin bağımsız bir bilim dalı haline gelmesi, Eski Mısır uygarlığının merak edildiği bir arenada yetişen Napoleon Bonaparte'nin 1799 tarihli Mısır seferine çıkmasıyla gerçekleşmiştir. Bu esere katılan bilim adamlarının mimari eserlerden derledikleri hiyeroglif metinler ve çeşitli kitabeler, bu konuda araştırma yapan insanların dikkatine sunulmuştur. Bu sefer sırasında Delta bölgesinde Rosetta (reşid) kentinde bulunan, Ptolemaios'lar dönemine yani helenistik döneme ait Eski Yunan ve Eski Mısır dillerinde yazılmış bir kitabenin üzerinde çalışan dilbilimci Jean-Louis Champollion (1790-1832), kitabede kartuşlar içinde yer alan "Ptolemaios" adından hareketle ilk olarak 1822 yılında hiyeroglifleri deşifre etmeyi başardı.

XIX. Yüzyılın ikinci çeyreği Mısır'daki belli başlı mimari eserlerin envanterinin çıkarılmasına yönelik, geniş kapsamlı bilimsel gezilere sahne oldu. Bu geziler içinde özellikle Chalpollion-Rosselini (1828-1829) ile Lepsius (1842-1845) gezileri önemlidir. Bu gezilere katılan mimarlar ve tasarımcılar mimari eserlerin, bu eserlerin duvar ve sütunlarındaki kabartmaların, hiyerogliflerin rölövelerini çıkartıp ayrıntılı albümler hazırladılar. Bir yandan Ejiptoloji adına bu anlamlı gelişmeler olurken, diğer yandan Avrupa'da aristokrasi ve yüksek burjuvazi arasında son haddine varan Eski Mısır sanatı modası, Nil vadisindeki bir çok arkeolojik sitin kaçak kazılar ile tahrip edilmesine yol açmış ve aynı dönemlerde batı ülkelerinin bazılarında zengin Mısır koleksiyonları oluşmaya başlamıştır.

xıx. yüzyılın ortalarında Mariette, De Rouge, Birsch, Chabas, Brugsch gibi bilim adamlarının çalışmaları sonucunda Eski Mısır uygarlığının bir çok yönü aydınlatılmış, bu arada Champollion'un başlattığı dilbilim çalışmaları devam ettirilerek hiyerogliften sonra 1852'de hiyeratik yazı da deşifre edilmiş, daha sonraki zamanlarda da demotik yazı üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Aynı dönemde Kahire'de bulunan ve dünyanın en zengin mısır eseri koleksiyonunu içeren müze kurulmuş, ayrıca önce Fransızlar daha sonra İngilizler, Almanlar, İtalyanlar, İsviçreliler, Belçikalılar, Amerikalılar Mısır'daki arkeolojik kazı ve araştırmalarını düzenli ve programlı bir şekilde yürütebilmek amacıyla bu uğurda pek çok vakıf tesis etmişlerdir.


Antik çağ'da Eski Mısır uygarlığı,kendine özgü değerler dünyası, mistik yönü ve harikulade eserleri ile Akdeniz çevresinde yaşayan diğer antik toplulukların, özellikle de Eski Yunanlıların ilgisini çekmiş, m.ö V. yüzyıldan m.s IV. yüzyılın sonlarına kadar bir çok Yunanlı yada Yunanlı dilini ve kültürünü benimsemiş seyyah, tarihçi, coğrafyacı ve filozof Eski Mısır uygarlığına ışık tutan bilgiler vermişlerdir. Bunların en erken tarihlisi ve en önemlisi m.ö. V. yüzyılda yaşamış olan seyyah ve tarihçi halikarnassoslu(bodrumlu) Herodotos'dur (m.ö. 480-420). Herodotos, kendi mensup olduğu yunan uygarlığından çok farklı temel değerlere sahip olan ve adeta onun bir tür antitezini oluşturan Mısır uygarlığına ilişkin, bugün hala geçerliliğini koruyan isabetli gözlemler yapabilmiştir. Daha sonra tarihçi sicilyalı Diodoros (m.ö. I. yüzyıl) ile ünlü coğrafyacı Amasyalı strabon (m.ö. 65-m.s.23) eserlerinde Mısırla ilgili kıymetli bilgiler aktarmışlardır. Diğer taraftan Eski Yunan uygarlığı içinde yetişmiş bir çok filozofun, Eski Mısır uygarlığının hermetik bir niteliğe sahip bilgi birikimi, prefilizofik düşünce sistemiyle ilgilendikleri gözlenmektedir. Bunlar içinde mistik yönüyle dikkati çeken, pythagorasçılığın kurucusu filozof Pythagoras (m.ö. VI. yy) özellikle önemlidir. Çoktanrılı/pagan antik dünyanın son dönemini teşkil eden ve Akdeniz çevresinde çok önemli değişimlerin yaşandığı geç antik çağda, giderek Mısır dışındaki ülkelerde ki bu Roma İmparatorluğu topraklarında anlamına gelir, Mısır panteonuna, bilindiği gibi panteon tanrılar topluluğudur, bağlı birtakım tanrı ve tanrıça kültleri, özellikle Ra-Helios, Serapis ve İsis kültleri, yaygınlaşmış, Mısır paganizminin ölüm ötesine ilişkin mistik boyutu Yunan-Roma paganizminin bünyesine sızarak hristiyanlığın yayılmasına uygun bir sosyal-psikolojik ve dini ortam yaratmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak geç antik çağda yaşamış olan ve Eski Yunan felsefesinin mistik boyutunu oluşturan yeni-Pythagorasçılık ile yeni Platonculuğa bağlı kimi filozofların, Eski Mısır mistisizminden ve gizemciliğinden etkilenerek, yeni düşünce ve inanç sistemleri ortaya koydukları görülür. Bunların en önemlileri, Tyana’lı(Kapadokya) Apollonios, Khalhis’li (Suriye) İamblikhos (m.m. 250-330) iel sur yani Lübnan’lı Porphyrios’dur (m.s 234-305). Söz konusu filozofların, eski canlılığını giderek yitiren Yunan-Roma paganizmine yeni boyutlar ve ifade imkanları sağlamaya çalıştığı, dönemlerinin pagan aydınlarının da bunların geliştirdikleri sistemleri giderek güçlenen Hristiyanlığa alternatif çözümler olarak destekledikleri bilinmektedir. Geç antik çağda yaşanan bu rekabetin sonunda Eski Mısır mistisizmiyle gizemciliğinin Yunan Roma felsefesiyle karışması sonucunda meydana çıkan bir çok düşünce ve inanç öğesi, Hristiyanlığın, özellikle Doğu Hristiyanlığının bünyesindeki mistik akımlara damgasını vurmuştur.

Orta Çağ’da, gerek Hristiyan gerekse İslam dünyasında, Eski Mısır uygarlığına ilişkin, bilimsel niteliğe dair hiçbir araştırma görülmemiştir. Tevrat’da ve Kur’an’da yer alan Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, ve özellikle Hz. Musa peygamberlere ait kıssalarda eski mısıra değinilmekte, Tanrılık iddiasında bulunan firavunlar, Tanrı katında makbul olmayan kibrin simgesi olmaktadır. Bu arada, Hristiyanlığın m.s. IV. Yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğunun zorunlu tek dini olarak yönetim tarafından halka empoze edilmesi sonucu, Eski Mısır uygarlığının anahtarı olan hiyeroglif yazısı da unutulmuş, böylece gerek mimari anıtlardaki, gerekse papirüslerdeki metinler kimse tarafından anlaşılmaz hale gelmiştir.

Yeni Çağ’da, batı dünyasında Rönesans ile birlikte Eski Yunan ve Roma uygarlıkları aydın kamuoyunun ilgi odağı haline gelince, Antik çağ’a ait metinlerde yer alan Mısır’a ilişkin bilgiler de tekrar dikkati çeker olmuştur. Sonuçta XVI. Yüzyıldan itibaren batı ülkelerinin sanat ve bilim çevrelerinde Eski Mısır uygarlığına giderek artan bir ilgi gözlenmekte, plastik sanatlarda XX. Yüzyılın ortalarına kadar devam edecek olan ve günümüzde egyptomania(mısır tutkusu) olarak adlandırılan, Eski Mısır sanatından alınmış öğeler ile yeni eserler üretme modası filizlenmektedir. Bu arada XVII: yüzyılda bir Katolik din adamı olan Athanasius Kircher (1601-1680), Hristiyan Mısırlıların dili olan Kıpti dilinden hareketle Eski Mısır dilini ve hiyeroglifleri deşifre etmeye çalışmış, fakat başarılı olamamıştır. Diğer taraftan özellikle XVIII: yüzyılda batı’da yaygınlaşan doğu merakı, doğu akdeniz ülkelerine, bu arada da Mısır’a yapılan inceleme gezilerinin, bu geziler sonunda kaleme alınan seyahatnamelerin sayısı artmış, Nil vadisindeki arkeolojik sitlere ilişkin gravürler ve tablolar Avrupa’da yaygınlaşmıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder