21 Temmuz 2008 Pazartesi

AEGYPTOLOGY/EGYPTOLOGIE



Egyptologie teriminin kökeninde, batı dillerinde Mısır'ın adı olan "aegypt/egypte/egizzo" vb. kelimeler yatar. Eski yunancada Mısır'ın adı "aigyptios" yada "aegyptos"tur. Batı dillerindeki adlar bu addan türemiştir. Eski Yunancadaki bu adların, aşağı(kuzey) Mısır'da, eski imparatorluk çağının başkenti olan , ayrıca Yunanlılar'ın Nil'in Akdeniz'e dökülen kollarından gemiler ile gelerek ulaştıkları önemli bir nehir limanı olan Menfis kentinin, Eski Mısır dilindeki adı "Hikuptah"dan türediği iddia edilmiştir (Hikuptah=Aegyptos). Arapça da dahil olmak üzere, sami/semitik dillerde ise "Mısr/Masr adı kullanılmakta, Türkçe'deki "Mısır" kelimesi buradan gelmektedir. Eski Mısırlılar'ın kendi ülkelerini "kırmızı ve siyah" olarak adlandırdıkları buradaki kırmızının çölleri siyah rengin ise Nil kıyılarındaki bereketli ovaları simgelediği bilinmektedir.

Ejiptolojinin bağımsız bir bilim dalı haline gelmesi, Eski Mısır uygarlığının merak edildiği bir arenada yetişen Napoleon Bonaparte'nin 1799 tarihli Mısır seferine çıkmasıyla gerçekleşmiştir. Bu esere katılan bilim adamlarının mimari eserlerden derledikleri hiyeroglif metinler ve çeşitli kitabeler, bu konuda araştırma yapan insanların dikkatine sunulmuştur. Bu sefer sırasında Delta bölgesinde Rosetta (reşid) kentinde bulunan, Ptolemaios'lar dönemine yani helenistik döneme ait Eski Yunan ve Eski Mısır dillerinde yazılmış bir kitabenin üzerinde çalışan dilbilimci Jean-Louis Champollion (1790-1832), kitabede kartuşlar içinde yer alan "Ptolemaios" adından hareketle ilk olarak 1822 yılında hiyeroglifleri deşifre etmeyi başardı.

XIX. Yüzyılın ikinci çeyreği Mısır'daki belli başlı mimari eserlerin envanterinin çıkarılmasına yönelik, geniş kapsamlı bilimsel gezilere sahne oldu. Bu geziler içinde özellikle Chalpollion-Rosselini (1828-1829) ile Lepsius (1842-1845) gezileri önemlidir. Bu gezilere katılan mimarlar ve tasarımcılar mimari eserlerin, bu eserlerin duvar ve sütunlarındaki kabartmaların, hiyerogliflerin rölövelerini çıkartıp ayrıntılı albümler hazırladılar. Bir yandan Ejiptoloji adına bu anlamlı gelişmeler olurken, diğer yandan Avrupa'da aristokrasi ve yüksek burjuvazi arasında son haddine varan Eski Mısır sanatı modası, Nil vadisindeki bir çok arkeolojik sitin kaçak kazılar ile tahrip edilmesine yol açmış ve aynı dönemlerde batı ülkelerinin bazılarında zengin Mısır koleksiyonları oluşmaya başlamıştır.

xıx. yüzyılın ortalarında Mariette, De Rouge, Birsch, Chabas, Brugsch gibi bilim adamlarının çalışmaları sonucunda Eski Mısır uygarlığının bir çok yönü aydınlatılmış, bu arada Champollion'un başlattığı dilbilim çalışmaları devam ettirilerek hiyerogliften sonra 1852'de hiyeratik yazı da deşifre edilmiş, daha sonraki zamanlarda da demotik yazı üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Aynı dönemde Kahire'de bulunan ve dünyanın en zengin mısır eseri koleksiyonunu içeren müze kurulmuş, ayrıca önce Fransızlar daha sonra İngilizler, Almanlar, İtalyanlar, İsviçreliler, Belçikalılar, Amerikalılar Mısır'daki arkeolojik kazı ve araştırmalarını düzenli ve programlı bir şekilde yürütebilmek amacıyla bu uğurda pek çok vakıf tesis etmişlerdir.


Antik çağ'da Eski Mısır uygarlığı,kendine özgü değerler dünyası, mistik yönü ve harikulade eserleri ile Akdeniz çevresinde yaşayan diğer antik toplulukların, özellikle de Eski Yunanlıların ilgisini çekmiş, m.ö V. yüzyıldan m.s IV. yüzyılın sonlarına kadar bir çok Yunanlı yada Yunanlı dilini ve kültürünü benimsemiş seyyah, tarihçi, coğrafyacı ve filozof Eski Mısır uygarlığına ışık tutan bilgiler vermişlerdir. Bunların en erken tarihlisi ve en önemlisi m.ö. V. yüzyılda yaşamış olan seyyah ve tarihçi halikarnassoslu(bodrumlu) Herodotos'dur (m.ö. 480-420). Herodotos, kendi mensup olduğu yunan uygarlığından çok farklı temel değerlere sahip olan ve adeta onun bir tür antitezini oluşturan Mısır uygarlığına ilişkin, bugün hala geçerliliğini koruyan isabetli gözlemler yapabilmiştir. Daha sonra tarihçi sicilyalı Diodoros (m.ö. I. yüzyıl) ile ünlü coğrafyacı Amasyalı strabon (m.ö. 65-m.s.23) eserlerinde Mısırla ilgili kıymetli bilgiler aktarmışlardır. Diğer taraftan Eski Yunan uygarlığı içinde yetişmiş bir çok filozofun, Eski Mısır uygarlığının hermetik bir niteliğe sahip bilgi birikimi, prefilizofik düşünce sistemiyle ilgilendikleri gözlenmektedir. Bunlar içinde mistik yönüyle dikkati çeken, pythagorasçılığın kurucusu filozof Pythagoras (m.ö. VI. yy) özellikle önemlidir. Çoktanrılı/pagan antik dünyanın son dönemini teşkil eden ve Akdeniz çevresinde çok önemli değişimlerin yaşandığı geç antik çağda, giderek Mısır dışındaki ülkelerde ki bu Roma İmparatorluğu topraklarında anlamına gelir, Mısır panteonuna, bilindiği gibi panteon tanrılar topluluğudur, bağlı birtakım tanrı ve tanrıça kültleri, özellikle Ra-Helios, Serapis ve İsis kültleri, yaygınlaşmış, Mısır paganizminin ölüm ötesine ilişkin mistik boyutu Yunan-Roma paganizminin bünyesine sızarak hristiyanlığın yayılmasına uygun bir sosyal-psikolojik ve dini ortam yaratmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak geç antik çağda yaşamış olan ve Eski Yunan felsefesinin mistik boyutunu oluşturan yeni-Pythagorasçılık ile yeni Platonculuğa bağlı kimi filozofların, Eski Mısır mistisizminden ve gizemciliğinden etkilenerek, yeni düşünce ve inanç sistemleri ortaya koydukları görülür. Bunların en önemlileri, Tyana’lı(Kapadokya) Apollonios, Khalhis’li (Suriye) İamblikhos (m.m. 250-330) iel sur yani Lübnan’lı Porphyrios’dur (m.s 234-305). Söz konusu filozofların, eski canlılığını giderek yitiren Yunan-Roma paganizmine yeni boyutlar ve ifade imkanları sağlamaya çalıştığı, dönemlerinin pagan aydınlarının da bunların geliştirdikleri sistemleri giderek güçlenen Hristiyanlığa alternatif çözümler olarak destekledikleri bilinmektedir. Geç antik çağda yaşanan bu rekabetin sonunda Eski Mısır mistisizmiyle gizemciliğinin Yunan Roma felsefesiyle karışması sonucunda meydana çıkan bir çok düşünce ve inanç öğesi, Hristiyanlığın, özellikle Doğu Hristiyanlığının bünyesindeki mistik akımlara damgasını vurmuştur.

Orta Çağ’da, gerek Hristiyan gerekse İslam dünyasında, Eski Mısır uygarlığına ilişkin, bilimsel niteliğe dair hiçbir araştırma görülmemiştir. Tevrat’da ve Kur’an’da yer alan Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, ve özellikle Hz. Musa peygamberlere ait kıssalarda eski mısıra değinilmekte, Tanrılık iddiasında bulunan firavunlar, Tanrı katında makbul olmayan kibrin simgesi olmaktadır. Bu arada, Hristiyanlığın m.s. IV. Yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğunun zorunlu tek dini olarak yönetim tarafından halka empoze edilmesi sonucu, Eski Mısır uygarlığının anahtarı olan hiyeroglif yazısı da unutulmuş, böylece gerek mimari anıtlardaki, gerekse papirüslerdeki metinler kimse tarafından anlaşılmaz hale gelmiştir.

Yeni Çağ’da, batı dünyasında Rönesans ile birlikte Eski Yunan ve Roma uygarlıkları aydın kamuoyunun ilgi odağı haline gelince, Antik çağ’a ait metinlerde yer alan Mısır’a ilişkin bilgiler de tekrar dikkati çeker olmuştur. Sonuçta XVI. Yüzyıldan itibaren batı ülkelerinin sanat ve bilim çevrelerinde Eski Mısır uygarlığına giderek artan bir ilgi gözlenmekte, plastik sanatlarda XX. Yüzyılın ortalarına kadar devam edecek olan ve günümüzde egyptomania(mısır tutkusu) olarak adlandırılan, Eski Mısır sanatından alınmış öğeler ile yeni eserler üretme modası filizlenmektedir. Bu arada XVII: yüzyılda bir Katolik din adamı olan Athanasius Kircher (1601-1680), Hristiyan Mısırlıların dili olan Kıpti dilinden hareketle Eski Mısır dilini ve hiyeroglifleri deşifre etmeye çalışmış, fakat başarılı olamamıştır. Diğer taraftan özellikle XVIII: yüzyılda batı’da yaygınlaşan doğu merakı, doğu akdeniz ülkelerine, bu arada da Mısır’a yapılan inceleme gezilerinin, bu geziler sonunda kaleme alınan seyahatnamelerin sayısı artmış, Nil vadisindeki arkeolojik sitlere ilişkin gravürler ve tablolar Avrupa’da yaygınlaşmıştır.



20 Temmuz 2008 Pazar

ESKİ MISIR SANATI

Eski imparatorlukta resim ve kabartme sanatı mimari tasarımla sıkı bir ilşki içinde kendini geliştirmş ve ön plana çıkartmıştır. Mezar şapellerinde görülen kompozisyonlar içerdikleri anlamları ve yer aldıkları konumları itibariyle, duvar yüzeyine göre hesaplanmıştır. Bu kompozisyonların özelliği, duvar bittiği zaman komşu duvarda devam etmemesidir. Bulunduğu duvarın ortasına yönelik bir figürle son bulur.


Bu resim ve kabartmaların Eski Mısır sanatındaki varlık sebebi, tıpkı mimarilerinin varlık sebebi olan dinsel, büyüserl inançları ve bu inançların gerektirdiği kültür ihtiyaçlarıdır. Tarihi ve dini şartlara göre tüm bu sanatsal kompozisyonların ifade biçimleri belirli ölçülerde ve kısıtlı bir şekilde gelişmiş, değişmişse de, mezar yapıları ve tapınakların temel fonksiyonları hemen hemen aynı kalmıştır. Eski Mısır sanatında mezar yapısı, ölüm ötesi ebedi hayatta ölünün ihtiyaçlarını karşılar; tapınak ise, tanrı-kral ile tanrının bağlantısını sağlar.


Resimlerde ve kabartmalarda ana figür insan olup, insanın tasvirinde Eski Mısırlılar, doğayı model olarak almakta, ancak gözünün gördüğü imge yerine düşüncesine uygun olan insan olgusunu tasvir etmektedir. Bu şekilde idealize edilmiş bir insan tasviri ortaya çıkmaktadır. Eski Mısır sanatında insan tasviri gerçeğin subjektif yani kişisel bir yaklaşımla yorumlanmış bir reprodüksiyon değil, belirli kurallar çerçevesinde üretilen bir sembol olagelmiştir. İnsan figürü, duvara parçalar halinde yayılır, Kontur çizgisi bu parçaların arasında Eski Mısır sanatına özgü biçimde şekil alarak, kompozisyonda bütünlüğü sağlar. Nitekim bu bilgiler ışığında, baş, profilden; göz, omuzlar ve gövde cepheden; bacaklar ise tekrar profilden tasvir edilir. Bu şekilde aslında iki boyutlu olan insan bir şekilde üç boyut kazadırılmıştır. İmgeler dünyasının sihirli gücüne inanıldığından, sonsuzluk alemi içinde üretilen bu imgelerde dünyevi/geçici/fani çizgiler bulunmaz. Perspektif, derinlik, gölge, mekan kavramı yoktur. Tıpkı eski yunan heykellerinde erken dönem sanatında da olduğu gibi kişinin yaşı belirtilmez. Adı ve görevi, görevine ilişkin atribüler resme bakıldığında dikkat çekebilir.


Eski Mısır sanatında yaratımın ana unsuru çizgidir ve çizgisel sanattır. Kabartmalar daima renklendirilmektedir. Genlede, kabartmaları oluşturan fon, gri mavi yada bu renklerin karışımı olup, figürlerde kırmızı, sarı, mavi, siyah ve yeşil kullanılır. Tonlama yoktur. Yani Eski Mısır sanatında açık renk ve koyu renk kavramlarını görmeyiz. Renkler saf karışımlardan oluşur.


Bu kabartmaları ve resimleri yapan sanatçılar, bugün bilinen anlamda sanatçı değildirler. Sanatçılıktan ziyade yaptıkları işlere zanaatkarlık demek daha doğru olur. İşte bu sebepten olsa gerek, eski Mısır dilinde sanat ve sanatçı kelimeleri geçmez. Sanatçının uyması gereken sıkı normlar, kişisel bir üslubun gelişmesini ve dolayısıyla doğaçlama sanat dediğimiz sanat türünün gelişmesini hemen hemen imkansız kılmıştır. Sanatta sanatçının sanata kişisel yorum eklemesi, katması asla beklenmemekte, bunun aksine belirlenen bir objenin mevcut kurallara uygun bir şekilde zaman-mekan ötesi yani sonsuzluğa hitap eden bir imgesini üretmesi istenmektedir. Bu zanaatkarlar atelyeler şeklinde gruplaşmıştır ve çalışmalarını bu gruplar içinde sürdürmekteydiler.


Tamamlanmamış bazı mastabalarda, duvardaki izlerden zanaatkarların nasıl çalıştıkları takip edilebilmektedir. Bu incelemelere göre; önce kabartmanın kullanılacağı yüzey insan figüründe kullanılan birimlere göre bölünür, bu bölümlere uygun olacak şekilde figürlerin desenleri çizilir, zanaatkarlar bu desenlere bazen sadık kalarak, bazen desen dışına çıkarak kabartmayı yontarlar, yontulan yüzey alçıyla tasviye edilir ve son işlem olarak yukarıda anlatıldığı şekilde boyanırdı.


Eski Mısır sanatındaki bu normlaşma kişiselliği öldürmekte fakat çok uzun zamanlar plastik sanatlarda belirli düzeyde kalınmasını sağlamaktadır. Sanatçı kavramları olmadığı için bunu her manada düşünmemiz gerekir, öyle ki nasıl bu işlemeleri icad eden sanatçılar yoksa, bunları estetik açıdan izleyen sanatçı bir izleyici kitlesi de bulunmamaktadır. Ölünün gömülmesi işleminden sonra mezarlara girilmemektedir ve doğal olarak mezarların içindeki bu sanatsal işlemler insanın estetik kaygılarını tamamlayarak görücüye çıkmak yerine, belirli bir dinsel-büyüsel inanışa cevap vermekteydi. Eski Mısır sanatına şekil veren bu normlar temelde hiç değişmemiş ve Roma çağına kadar varlığını sürdürmüştür.

Eski Mısır'da Resim Sanatının Gelişimi





Resim kabartmaya göre çok daha az tespit edilen bir sanat dalıdır. Meidum nekropolündeki bir resim örneği dikkatle incelenmelidir. Bu mastabada duvarlar ştuko ile tavsiye edilmiş ve üzerine resimler yapılmıştır. Kuş avını gösteren büyük bir kompozisyonun altındaki kuşakta 28 cm’lik kazların yer aldığı bir friz uzanır. Meidum kazları olarak anılan bu resimde Mısırlıların gözlemciliği le stilizasyona ve şekilciliğe yatkınlığı birlikte görülebilen iki özelliktir. Eski Mısır sanatında çoğu kutsallaştırılmış olan hayvanların çok önemli bir yer işgal ettiği bilinir. Bu kompozisyonlar hayvanların mısır sanatının içindeki önemini vurgulayan en eski örneklerdir.

Eski Mısır'da Heykel Sanatının Gelişimi



Mimari ve kabartma sanatında olduğu gibi, heykel sanatı da bütünüyle dini simgelerin emrindedir. Mezar yapılarında bulunan heykellerin kişinin Ka’sını barındırdığına inanılmaktaydı. Kral heykelleri krallara ait mezar komplekslerinde yani piramittin doğu yönündeki tapınaklarda diğer kişilerin heykelleri ise, mastabaların serdab adı verilen kapalı odalarında yer almaktaydı. Ölüm, ölüm ötesi sonsuz hayat için hazırlanan ve insanlar tarafından seyredilmeyen bu heykellerde ideal bir insan imgesi esas alınmaktaydı. Kişisel yorumlardan, ifadelerden mümkün olduğunca kaçınılmaktaydı. Ancak bazı istisnai eserlerde heykeltıraşın eserini yorumlayarak yaptığı, tasvir edilen kişinin fiziksel ve psişik özelliklerini tüm ayrıntılarıyla ifade ettiği bilinmektedir. Eski imparatorluk mimarisinde birbirini dik kesen hatlara küp, silindir gibi keskin hatlı geometrik formlara ağırlık verildiği görülür. Kabartmalarda da aynı keskinlik sezilir. Heykel sanatında da insanın plastik imgesi aynı keskinlik içinde yer almıştır. Heykel, bulunduğu yerden doğru karşıya ifadesiz, bir şekilde bakmakta, kollar yana açılmamakta ve baş asla yana dönmemektedir. Heykellere bu fani dünyayı umursamayan ve sonsuzluk alemine nazar eden mistik bir ifade egemen olmaktadır. Durağan, statik ifade de bununla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Ka heykellerinde genellikle insanın doğal boyutları esas alınmaktadır. Kabartma sanatında olduğu gibi belirlenmiş oranlar bu sanat dalında da mevcuttur. Bu oranlar heykelin yontulacağı taş kitlesinde haç biçiminde bir takım aletler ile taşınır.
Heykelde de birim yumruktur. Figürün toplam yüksekliği, bir birimin 18 katıdır. Eski imparatorluk devrinde, heykellerin çoğu boyalıdır. Erkek tenleri kızıl kahverengi, kadın tenleri açık sarı, heykelin kaidesi siyah beyaz, elbiseler beyazdır. Bazı zamanlar kırmızı bir kontur elbiseyi kuşatır. Peruka, kaş, sakal, bıyık, siyahtır ve bunun yanında gözler sürmelidir. Çoğu heykelde gözün beyazı ve bebeği çeşitli malzemelerin-bunların içinde kıymetli taşlar da vardır-bir araya getirilmesiyle meydana gelir.

MUMYALAMA


Ölüler tanrısı Anubis tarafından keşfedilip ilk olarak Osiris üzerinde uygulanan bir metottur. Anubis bu görevi daha sonra Osiris'e bırakmıştır. Eski mısır'da ahıret inancı çok kuvvetliydi ve ölülerinin öteki dünyada tekrar dirildiklerine inandıkları için vücutlarının hiç bozulmaya uğramadan ayaklanmasını isterlerdi ve mumyalamayı bu yüzden yaparlardı. Ölü ne kadar az deforme olmuşsa öteki dünyada o kadar saygı görür ve kendini iyi hissederdi. Tabi bu mumyalama işi öyle keten bezine sarmakla olup biten basit bir işlem değildi. Bazı yöntemler sırasına göre takip edilerek ölü bu işlem gerçekleşiyordu. Önce ölünün vücudunu güzelce şarap ve baharatla yıkıyorlar. Daha sonra beynin ve iç organların çıkartılması safhasına geliyor sıra ki işte burada en zor olan beynin çıkartılması kısmıdır. Şöyleki mumyacılar beyne burundan bir çengelle girerek iki deliğinden beyni çıkartırlar işin zor kısmı işte burada öyle ki Tutankhamon’un beynini çıkartmak için bir de enseden girme ihtiyacını duyduklarını düşünürsek hayli zor bi iş olduğunu anlayabiliriz. Daha sonra da vücuttaki kalp dışında bütün organları çıkartılır. Kalp çıkartılmaz bunun nedeni ise kalp öteki dünyada tartılır, ölünün bu dünyada işlediği sevap ve günahlar ölçülür. Hatta ölümsüz yaşama layık olmayanın kalbini Ammut diye bir canavar yer. Bu organların hepsi şerit şerit keten bezlerine sarılır ve natronla korunur, daha sonra kanopslara konur.bu organlar da kuru ve sağlam kalabilmelidir çünkü bazı tanrıların bu organların içinde gizlendiğine inanılıyordu mesela qebehsenuef, ölünün bağırsaklarında, imsety ölünün karaciğerinde, hapy ölünün akciğerinde, duamutef ölünün midesinde saklanır. Sonra vücut bu organların çıkartılma silsilesinden sonra nitron paketiyle doldurulur,sonra natronla tamamen örtülür (bu natron ölünün vücuduna dökülür) ve eğik biçimde ölünün vücudu yerleştirilir. Eğik olmasının sebebi vücut sıvılarını tamamen dışarı akıtmaktır. 40 gün beklenir. Bu 40 gün sonunda artık vücut tamamen kurumuştur ve işte güzel baharatlarla ve güzel kokulu yağlarla vücudun içi dışı yıkanır. Sonra keten bezini şerit şerit keserek ölünün vücudunu sarmaya başlarlar bu işlem vücut orijinal büyüklüğüne erişene kadar yapılır ama çok uzun bir iştir ve bir hafta kadar sürer. Sonra mumya mücevheratlarla falan süslenir. bu işlemler de bittikten sonra mumyanın başı ruhunu tanıyana emin olana kadar bir portre maskesiyle örtülür. Mumya daha sonra tabuta konur ve tabutla birlikte en dışta bulunan lahite yerleştirilir –ki buna sarcophagus denir.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Eski mısır'da Kabartma Sanatının Gelişimi



Eski imparatorluk başlarında III. Sülalenin kurucusu Ceser devrinde mezar yapılarında duvar kabartmaları ortaya çıkmaya başlar. IV. Sülale başlarında, Meidum Nekropolü’nde mastabaların mezar şapellerinde duvarlar kalker levhaları ile kaplanmakta, söz konusu levhaların yüzeyleri kabartmalar ile kaplanmakta, donatılmaktaydı. Gömülü olan kişinin figürü, adakları kabul ederken tasvir edilirdi. Ayrıca pek çok kurban sahneleri de resmedilmekteydi. Önünde sunağın bulunduğu, yalancı kapı olarak adlandırılan batı kapısının yakınında yer alan bu resmedilmiş sahneler mezar kültleri ile bağlantılıdır. Diğer duvarlarda yatay bantlar şeklinde, gündelik hayattan av, tarım, ziyafet gibi sahneler canlandırılır. Resmedilen, belirli bir zamanda, belirli kişi yada kişiler tarafından resmedilmiş değildir. Gündelik hayatı yansıtan, bu hayattaki belli başlı faaliyetlerin en belirgin kesitlerini yansıtan figürlerden oluşur.Çokluklar yada grup şeklinde anlatılacak ifadeler birbirinin eşi olan figürlerin yan yana getirilmesiyle ifade edilir. Bu ifadelerde paralel konturler kullanılır. Memur, hizmetkar, işçi gibi farklı kişilerin özellikleri, elbiseler, duruşlar ve deşitli atribülerle ifade edilir. Meeidum’da keskin hatları olan kabartmaların yanı sıra bir başka teknik de denenmiştir. Figürler yüzeye oyulması suretiyle ifade edilmiştir. Bu oluşturulan çukurlar renkli macunlar ile doldurulur. Fakat macunlar kolayca döküşdüğünden bu teknik uygulanmaya devam etmemiştir.
IV. sülalenin ortalarına doğru yani piramitler devrinde Gize’deki mezar yapılarında figürlere çok rastlanmamıştır. Piramitlerde zaten hemen hemen hiç bir figüre rastlanmaz. Mastabalarda mezar şapelleri ile heykel odaları anlamına gelen serdablar ortadan katlığından dolayı kabartma sanatının uygulama alanı neredeyse yok olmuştur. Kabartmaların görüldüğü yegane yerler mastabaların doğu cephelerindeki adak nişleridir. Bu nişlerin içine yerleştirilen levhalarda zamanla hiç değişime uğramayan yemek sahneleri görülür. IV: Sülalenin sonlarına doğru mastabalarda geniş mezar şapelleri tekrar meydana çıkar. Buna paralel olarak da kabartma sanatı Özellikle Sakkara’da tekrar ortaya çıkar. V. Sülale devrinin saray ve mezarlarda kabartma konuları zenginleşerek zamanla çeşitlilik sunmaya başlamıştır. Gize mastabalarının adak nişlerinde gömülü kişiyi sofra başında gösteren ifadelerin yanı sıra bütün ayrıntıları ile görkemli ve ihtişamlı müzik ve danstan oluşan ziyafet sahneleri ortaya çıkar.
IV. Sülale kabartmalarında insan figürleri adeta mekandan izole olmuştur. Aynı yöne bakan, arka arkaya sıralanmış olan bu insan figürleri yatay bantlar boyunca devam eder. V. Sülale devrindeki kabartmalarda ise bazı insan figürlerinin birbirine dönüp baktıkları ve aralarında belli bir ilişkinin kurulduğu görülür. Bu kabartmaların ne anlama geldiğini anlatan hiyerogliflerde de diyaloglar teşhis edilmektedir.
VI. Sülale devrinde gündelik işlerden oluşan hayat sahneleri varlıklarını devam ettirir. Ölüye hizmet gayesi eskisi kadar ön planda değildir artık. Doğrudan doğruya gündelik hayattaki işlerin tasvir edilmesi en önemli amaç haline gelmiştir. VI. Sülalenin yani eski imparatorluğun sonlarına doğru, siyasi ve sosyal karışıklıklar mezar mimarisini nasıl etkilediyse, aynı şekilde tasvir sanatını da etkileyecektir. Artık dünya hayatı ölüm ve sonrası hayatın aynası gibi kabul edilecek cazip ve huzurlu olan rahat ifadelerden oluşan havasını yitirmiştir. Dini sahneler daha ağırlık kazanır. Bu arada yavaş yavaş şapellerin ortadan kalkması, bunun yanında mezar odalarının daha önemli hale gelmesi sonucunda adak sahneleri bizzat mezar odalarının duvarlarına resmedilir. Hizmetkar heykelleri, ahır, ambar, ev, dükkan maketleri, heykelleri gündelik hayat sahnelerinin yerine geçer.

8 Temmuz 2008 Salı

ESKİ MISIR'DA KULLANILAN ALFABELER

Hiyeroglif, eski imparatorluk ile başlayan ve m.ö. 3000 civarında başlayıp, m.s. üçüncü yüzyılın sonlarına kadar devam eden bir alfabedir. Resim yazı türündedir. Mimari eserlerde ve kitabelerde kullanılmıştır. Son hiyeroglif kitabe 24 ağustos 394 tarihli olup, İsis kültünün merkezi olarak da bilinen Philae kentinde bulunmuştur. Hiyeroglifi meydana getiren üç çeşit işaret vardır: Bir objeyi ifade eden piktogramlar, bir fiili ifade eden ideogramlar, sessiz harf yerine geçen monogramlar.

Hiyeratik, hiyerogliflerle aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya çıkmış olup, onlardan daha kolay anlaşılabilir, daha kolay yazılabilir ve daha kısa türüdür. Papirüsler üzerine fırçalarla yada kamışlarla yazılmaktaydı. Günlük alfabe yine hiyeroglif olmasına rağmen, idari, mali, hukuki metinler, mektuplar çeşitli edebi metinler de bu alfabeyle yazılmaktaydı.

Demotik, halk yazısı olarak isimlendirilen alfabe olan bu alfabe hiyeratik alfabenin de basitleşmiş şekli olup, gündelik işlerde kullanılan bir alfabedir. M.ö VII. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır.

Kıpti (Kopt), alfabesi esasını yunan alfabesinden alan, Mısır'da hristiyanlık yayılmaya başladıktan sonra ortaya çıkan bir alfabedir. İlk kopt alfabesiyle yazılan metinler, m.s. III. Yüzyıla ait olan Tevrat, İncil tercümeleri, Mısır'da yaşayan azizlerin kaleme aldığı dini metinlerdir.

İSİS




Eski Mısır dilinde Esi,Mısır Tanrıçası,kral tahtı veya tanrı tahtı anlamına da gelen bu kelime,çok eski bir ünvandır. En eski tapınağı Kıpti dilinde Nav_Esi (isis kasabası )denilen Neteru tapınağıdır. İsis’in aynı zamanda ,aşağı Mısır’ın onikinci ilinin Neteru yakınındaki yönetim merkezi Sebennytos’un baş tanrıçası olması ihtimali mevcuttur. İsis ile dokuzuncu ilin başkenti olan Busiris’in tanrısı arasında ilişki kuruldu. İsis bir ana tanrıça sayılıyordu. Yeryüzünün gelecekteki tanrısı olan oğlu da(sonradan Horus adını aldı)genç bir tanrıydı. Busiris’in tanrısı Sebennytos çiftine gösterilen saygıya ortak olunca Osiris (İsis’in yarattığı kişi)adını aldı. Bunun üzerine İsis de kraliçe tanrıça sıfatıyla kral tanrının tamamlayıcısı oldu ve bundan böyle anaların ve çocukların koruyucusu,ailenin gözeticisi olarak kaldı. Efsaneye göre,insanların tanrısı Osiris,erkek kardeşi Seth tarafından hunharca öldürüldü . İsis Osiris’in yeniden dünyaya dönmesini sağladı,ondan bir çocuk yaptı,bu çocuk daha sonra babasının tahtına oturdu. Bu efsane ,tarih öncesinden beri Mısır’ın sosyal hayatı için bir medeniyet yaratıcısı olmuştur. İsis,Osiris’in bütün tapınaklarında Osiris'le bir tutuldu. Hatta,Buto(khebis),kKoptos,Philae tapınaklarında ve İsis'le Hathor'un bir tek tanrı sayıldıkları daha sonraki dönemde daha başka tapınaklarda da en baştaki yerini aldı. Başlangıçta yalnız ve çocuk Horus’u emziren bir kadın şeklinde tasvir edilirken,ana tanrıçalardan biri olunca inek,inek başlı kadın yada saçları inek boynuzlarıyla süslü bir kadın şeklinde tasvir edilmeye başlandı. İsis kültü pek eski zamanlarda gemicilerin uğradıkları limanlarda,adalarda,akdenizin kıyı bölgelerinde yayıldı ve yerleşti. Helenistik dönemde bu yayılma arttı. İsis kültü ege adalarında(delos)kıta Yunanistan'ı ve çok daha az olmakla birlikte anadolu ve batıda tutundu. Tanrıça İsis Yunan Roma nitelikleri kazandı. Demeterle bir sayıldı ve Zeus Serapisle birleşti. Roma imparatorluğu döneminde tanrıçaların ilki,her şey olan tanrıça sayıldı. Mısır kültlerinin Romaya girişi imparatorluk dönemine kadar yavaş oldu. Daha sonra Hadrianus zamanında en yüksek noktasına ulaşan bir hayranlık dönemi başladı. Dine kabul törenleriyle arıtıcı ve çileci ibadetlerle mistik bir din haline gelen bu kültür ve inançların yanında tabi Mısır bibloculuğu da atağa kalktı. Galya’da İspanya’da ren ve tuna kıyılarında İsis tapınakları kuruldu. İsis’e tapanların pek çoğu Roma lejyonlarının askerleriydi. Din adamları sınıfı da,papazlardan,tören alaylarının kutsal eşya taşıyıcılarından,ve tanrıçayı giydiren görevlilerden meydana geliyordu. Törenler tapınağın açılış ve kapanışlarında yapılan günlük birer ayin ve kabul törenleriyle büyük genel şenliklerden ibaretti. Büyük genel şenliklerde,ilkbaharda,ayin alayıyla getirilen,İsis’in gemisi denize indirilir,sonbaharda da oğlunun gövdesinin parçalarını bulan İsis’in acısını temsil eden Osiris’in buluşu töreni yapılırdı.

OSİRİS


Eski Mısır dilindeki Usire’nin karşılığı Yunan.k.eski mısır tanrısı. Efsanelerin ve en eski inançların doğuşunda büyük ölçüde etkili oldu. Osiris’in kişiliği olduğuna inanılıyordu. Bitkiler dünyasının hayat gücüydü ve tıpkı kışın toprak altındaki tohum gibi,devre devre dirilmek üzere toprak altında gizlenirdi. Aynı zamanda insanlara görünen,onları yeryüzünde yöneten ve onlara sulanmış toprağı işlemeyi öğreten ,medenileştirici bir tanrı kraldı. Sonra araya İsis girerek efsanesini zenginleştirdi. Osiris Ceb ile Nut’un oğlu,Sethin kardeşi, İsis’in kardeşi ve kocasıdır.durmadan ölen ve dirilen bir tanrı olan Osiris,(Seth onu öldürmekte fakat İsis gövdesinin parçalarını dikerek onu diriltmekteydi.)eski imparatorluk sonlarında ölüler kralı olarak Anubis’in yerini aldı. Mısırlıların kişisel dindarlıkları onun varlığında en iyi düşünce alanını bulur. Helenistik devirdeyse efsanesi daha bir kesinlik kazandı ve yabancı düşüncelerle temas sonucu zenginleşti. Osiris her ne kadar İsis’in daha yaygın ününden dolayı sönük kalmışsa da ,Roma devrine kadar Mısır kültlerinin hepsinden daha uzun süre varlığını sürdürdü. Plutarkhos’a göre Osiris Mısır için tanrısal aşkın cisimleşmiş şekli ve bir çeşit yüce tanrı olmuştu. Simyacılara göre Osiris kurşun ve kükürtle eş anlamlıydı. Osiris’e tarih öncesinden beri fetiş şeklinde tapılırdı. Dalları budanmış bir çam kütüğü olan Ced,klasik çağda ,tanrının omurga kemiğini temsil eden bir çeşit sütun oldu.(Busiris tapınağı)Osiris başka varlıklarda da (boğa Onuphis,kutsal Mendes koçu,Benu kuşu)cisimleşir.fakat özellikle insana benzer şekilde tasvir edildi.tahtına oturmuş veya ayakta beyaz kurdelelerle sıkıca sarılmış,kırmızı boyun bağlı olarak temsil edilir.başında Atef tacı(her iki yanında deve kuşu tüyü bulunan külah )bulunur.göğsü üstünde kavuşmuş durumda olan ellerinde yüce iktidarın sembolü kırbaç ile krallık asası vardır.

6 Temmuz 2008 Pazar

ANUBİS



Eski Mısır ölüler tanrısıdır. Gövdesi insan,başı çakal veya vahşi köpek şeklinde ve kuyruğu çalı biçiminde kutsal bir hayvan olarak tasvir edilir. Ölümden sonraki dünyanın yolunu Anubis açıyordu. Mezarların hakimiydi. Mısır dilinde adı inpudur. Sonraları İskenderiye'nin Serapis ve İsis mezhebinde Hermes'le birleştirilerek Hermanubis adını aldı. Eski krallığın ilk sülalelerinde ölülerin büyük tanrısı addediliyor ve en eski mastaba duvarlarında kendisine ibadet edilişi gösteren resimler yapılıyordu. Buna ait en önemli tapınak orta Mısır'da Greklerin Kynopolis (köpekler şehri)dediği kasabadadır. En güzeli ise Deyr_el_bahri'de duvarları resimlerle süslenmiş,kapılarında kocaman siyah köpekler bulunan bir tapınaktı. Daha sonra Anubis'in yerini Osiris almıştır. Anubis'in görevi mezar kültü ve ölülerin ihtimamıyla ilgilidir. Bu yüzden mumyalama tekniğinin mucidi olarak tanınır. Tekniği ilk olarak Osiris'in üstünde uygulanmıştır. Bazı zamanlar Seth bazı zamanlar Osiris'le ilişkilendirilir. Tabi bunda Osiris'e ölülerin koruyuculuğunu devretmesi ve Osiris'le Seth'in kardeş olması etkili olmadı diyemeyiz. Ra'nın oğludur.

İSİS DÜĞÜMÜ

Eski bir Mısır muskası bir başka deyişle büyüsüdür. Literatürde İsis tokası olarak da adlandırıldığına rastlanabilir. Başlangıçta uçları iki yanından sarkan bir düğümle başlanmış bitkisel bir maddeden yapılırdı. Metinlerde "İsis'in kanı" olarak nitelenen İsis düğümü anaç tanrıça, tüm evlatların koruyucusu tanrıça İsis'in koruyuculuğunu temsil eder XVIII. sülaleden sonra süs olarak tanrının kemerinde görülür.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

bir perspektifte hayalkırıklığı


koskocaman insanlar, küçük küçük çizimdiler ve o küçük küçük çizimler koskocaman insanlardılar ve küçük küçük çizimler yaptılar o küçük küçük insanlar...büyüdüler ve koskocaman çizimler oldular ve o koskocaman çizimler parçalanıp birer karalamaya dönüştüler..koskocaman bir hayalkırıklığı gibi anlaşılmaz ifadelerle renk buldular..aniden gelen, ne zaman ve nerden geleceğini bilmediğin bir şey hayalkırıklığı..bir masum kelepçe, nereye gideceğini hiç bilememiş, kimsenin yol göstermediği ve sonunda kendince bulduğu koskocaman insanların küçücük hayallerine takılıp kalmış bir ego çatlağı, hayalkırıklığı...

4 Temmuz 2008 Cuma

Çöküş


18.07.07
Karışmak...Karıştırmak...Karanlığın içinden imanın son nefesiyle çekip almak son nefesini ve ardından kimsesizlik. Çapraşık cümlelerle örülü yalnızlığın aşkı olmak, aşığı olmak...Aşık olmak...Kor bir bela yalnızlık, başı sonu olmayan, bazen açılan insanın yolunu şaşırtan dengesiz bir karamsarlık sisi. Gözler buğulanır cümleler birbirine girer, Zamanlar farklıdır. Tümleçler bir uçta. Cümleden çok, haykırışların kalem tutmasıdır yazılar, ve sonra yine sessizlik. Ufka doğru yelken açmışken masmavi bir denizde, bulutların altında ezilmektir. böğründe saklanan son çırpınış ve bu rüzgara karşı yelken açmaktır bu çırpınışa silah tutmak..Yine yalnızlık...Yalnızlık noktalı virgüldür..Sesini kimse duymaz. Manasızdır…Manasızsındır…Bağırırsın ama yetmez gücün, parçalanır ciğerlerin. İşte öyle bir noktalı virgül oturur hayatının onulmaz bir parçasının vazgeçilmez bir köşesine. Kanuni suskun elleri Hürrem’in dudaklarında, son kez bakıyor sevdiğine, öldürdüğü Hürrem değil aslında ihtirası. Kadının dudaklarındaki son söz vurmuş başını kime ne…Kanuni perişan…Bu perişanlık pişmanlıktan değil halbuki.Yalnızlıktan…Yalnızlığı ihtirasından, ve ihtirası kimsesizlikten. Gülbahar…Biriciği ağlar durur kime ne…Geçmiş Kanuni bahar gülünü rüzgarlara bırakmış kime ne…İhtiras, tutku, aşk ve yalnızlığın kardeşliği…Hürrem suskun. Dudaklarında Gülbahar’ın son hayali…son kıskançlığı ve son tutkusu. Boynunda hayatının son lokması ve elleri bomboş. Yüreğini vermiş ama yüreğini verememiş Hürrem. Aslında o yokmuş. Kanuni’nin son seferiymiş de bilmezmiş kimse bunu ve o son sefer başarısızlıkla sonuçlanıp gitmiş. At hamlesini yapıp fili yutmuş, fil burnunu oynatıp şahı boğmuş ve sonra Selim gelmiş. Hürrem’in en büyük ihtirası. Çıkartmış pullarını başlamış hep yek atmaya…

3 Temmuz 2008 Perşembe

Diyet



01.07.05
Gecenin, güneşin yerini doldurabilmek için bütün gücünü tüketip, tükendiği bir vakitti. Ayın mahmur gözlerinin bakıp da görmediği bir sokakta duruyordu. Bir kadın vardı karşısında. Ateş kızılı saçları, gecenin can dostu rüzgarla bir bütün olmuştu. O masmavi gözleri hayatın öyle çok acısını kaldırmış, öyle hendekleri aşıp gelmişti ki, artık sırtındaki son yükü bırakmak istercesine bakıyordu. Elinde tuttuğu sigarası bile artık sıkılmıştı parmaklarının arasında durmaktan. Öyle ki, düşüverdi bir anda. Önünden uyuz bir köpek geçti. Durdu, derin bir nefes aldı, kaşındı, kadına baktı, önüne baktı, bir daha baktı kadına. Kadın sıkıldı bu durumdan ve acı bir tebessüm yerleşti gamzesinin yanına. Bir köpeğin dostu olmak bile hayatındaki en büyük mutluluk olabilirdi onun için. Çantasına elini soktu, bir resim çıkardı. Saçları uzunca bir süre gizledi yüreğini, sonra yine ahlaksız bir rüzgar geldi, saçlarını ve dizlerinden takriben dört karış yukarıdaki eteğini çekiştirip durdu. İsyan etti kadın. Önce bir iki debelendi, sonra bıraktı rüzgara kendini. Belli ki debelenip bırakmak alışkanlık olmuştu ondan. Resmini çantaya attı. Kollarını kavuşturdu, geceye karşı savunmasız insan rolünden sıyrılmak istercesine. Bırakamıyordu işte yüreğini, bırakamıyordu. Bir hışımla çantasına koymuştu adeta acılarını. Gözlerinden bir damla yaş aktı gitti. Sonra yine gülümsedi. Gülümsemeye alışmıştı da, gülümsemeler ona alışamamıştı bir türlü, yakışmıyordu dudaklarına. Sanki yerini yabancılar gibiydi takındığı tebessüm. Orta boylu, kendisinden daha kısa, evinden karısından, çocuklarından kaçıp geldiği belli olan, parmağında manası anlamsız bir nikah yüzüğüyle bir adam yanaştı yanına. Bakıştılar bir müddet. Adam elini cebine soktu, tereddütle bir şey sayıyordu, kadına uzattı. Kadın öylece durdu, hiç konuşmadı, hiç hareket etmedi. Sessizlik ses oldu kulaklarında. Rüzgar ahlaksızca uçurmaya devam ediyordu etekliğini. Bembeyaz bacaklarını sergiliyordu adeta, bir suç işlermişçesine onları işaret ediyordu. Adam bir defa daha salladı parayı elinde. Kadın bir daha durdu, ve bir daha konuşmadı. Kafasını son kuvvetiyle kaldırıp adamın yüzüne baktı. Elini avuçlarının içine aldı, derin derindi şimdi gözleri, okyanuslar kadar derin. Parayı çekti elinden çantasına attı. Bir iç geçirip adamın koluna girdi. Gecenin dipsiz ve kuytu karanlıklarını bulaştırdı yüzünün tertemiz beyazlığına. Küçük kız karanlığa bakındı. Babasının oturduğu koltuk ona çok büyük gözüküyordu şu anda. Güvendeydi. Yolcu yolunda gerek çoban kardeş, kurt kuzuyu kapınca sürü dağılır, dedi kendi kendine. Heyhat yollar ağaran güneşle açılıyordu. Gitmek vaktidir, dönüşü olmayan bir yola sapmak vaktidir. Sürüyü kurtarmak vaktidir çoban kardeş. Gecenin bu vakti yalnızlık vaktidir. Hoşçakalları artık demenin vaktidir. Gecenin bu vakti, kopuşların vaktidir. Kendinden kaçmanın vaktidir. Gecenin bu vakti ayrılıkların vaktidir diye mırıldandı küçük kız gırtlağında kalan son ses kırıntısıyla ve karanlığı yırtarcasına güneşe doğru araba hareket etti.