30 Ekim 2014 Perşembe

HABERSİZ ÖLME SAKIN...

“….öleceğini neden haber vermedin….
….aradım seni, açmadın”…

Sessiz bir haykırışla gidenin ardından döktüğümüz gözyaşı ve isyan…her giden dünyanın en iyi insanı…her giden günahlarından biraz daha arınıyor gittikçe…mesafe arttıkça, güzellikler çoğalıyor, çirkinliklerin üstü örtülüyor…O halde neden yakınlaşma çabasındayız ki…neyin ısrarı farkında olmadan birbirimize yanaşım çabalarımız…

Masum olan insanı kirletti aşk. Sonra aşk masum kaldı insan günahkar. Aslında hepimiz günahkarız. Çünkü hepimiz aşığız. Kaçtıkça daha fazla yakalandığımız o iğrenç girdabın içine doğru istemeden sürükleniyoruz. Aşkımız için nefesimizi bile tutuyoruz. Nefesimizi…Bizi tutuyoruz yani…Biz olmadan aşkımız varolabilecekmiş gibi, kendimizi yok sayarak var ediyoruz aşık olduğumuz bireyi. Sonra, onun bizi görmesini, sevmesini, bize, bizim ona verdiğimiz değeri vermesini istiyoruz…

Ortada bir aşk varsa, bireylerden biri kendini yok saymışsa bu birliktelikte, diğeri mutlaka kendini varsaymıştır. Yoksa teknik olarak bir birliktelik olma ihtimali bulunmuyor maalesef. Yani, beraberlik, tek tarafın daha fazla sevmesiyle meydana gelen bir bütünleşme halk dilinde. Çünkü diğer taraf, kendini daha fazla seviyor. Tüm hikayelerde, kendinden vazgeçmiş aşıkların birlikte olamadığını görürüz. Bir türlü bir araya gelemezler. Çünkü ikisi de yoktur aslında. Varolmayan bireyler birlikte olabilir mi?...

Doğru aşk, kendinden geçerek sevmek mi, yoksa kendini severek çoğalmak mı, bunu cevaplayabilmiş bir hipotez yok şuana kadar. Herkes, sen varsan, o var, yoksan o yok diyor ama birey kasıtlı olarak vazgeçmiyor kendinden, bunu anlamıyorlar. Kendinden vazgeçmek de, öyle kolay bir şey değil. Maharet istiyor. Mesela en başta, kendini çok da sevmeyen bir birey olman lazım. Zor aslında…hayatın sana sunduğu kötü kadere maruz kaldıysan olabilitesi o oranda artan bir ihtimal. İkincisi, kendine özsaygının olmaması gerekiyor mesela. Devamlı kaygılı bir birey olmak. Herşeyi üstüne alınan,  insanların tavırlarına göre hayatını şekillendiren, patolojik bağımlılığın kıyısında vantuz misali yapışacağı adayı bekleyen birey olmak…Evet hakikaten zor kendinden vazgeçen insanın durumu. Zira o zaten, aşık olmadan önce de vazgeçmiş kendinden…

“Heyhat, sen yanar da söner mi sandın?…Ölmüş döner mi, dönmüş ölmüş mü sandın?”…

Giden, ölüyor değil mi?…Öldükçe, daha fazla yaşıyor insan. Kalan aşık kendinden vazgeçen tarafsa, gidenle birlikte o da ölüyor. Bir daha asla varolmamak üzere, yok oluyor. Varlığı ile yokluğu bir, silik bir birey çıkıyor ortaya. Gidenden nefret eden kalan, her gün biraz daha yeniliyor nefretini. Eğer, giden kendinden vazgeçen bireyse, kalan nefretini her gün yenilemektense, o nefreti stabil tutmayı tercih ediyor. Artmayan, eksilmeyen ama azalmayan bir nefret…

Nefret ediyorsunuz, vazgeçtiniz, unuttunuz onu. Defolsun gitsin ne hali varsa görsün, kimle düşüp kalkıyorsa kalksın. Zaten sizi hiç sevmemişti. Sizin biçare kalbinizle oyun oynadı, eğlendi. Sizin aşkınızla beslendi ve doyduğunda da gitti…İşte nefret bu kadar fazla aşkla sarmaş dolaş…Nefret ettiğiniz bireyi unuttuğunuzu sandığınız her an biraz daha hatırlarsınız aslında. Nefret aşktan, aşk nefretten beslenir. Nefesini paylaşamadığınız bireyin, tenini başka insanlara terk etmek, nefretin yaratmış olduğu mazoşistliğin son noktasıdır. Kendinizle oyun oynandığını düşündüğünüz her an biraz daha yok sayarsınız kendinizi. Kendinizi yok saydıkça nefretiniz büyür, zira nefret yokluktan beslenir. Eksiklikten haz duyar. Siz eksildikçe, nefretiniz büyür; siz tamamlandıkça, duyarsızlığınız artar. İşte aşkın karşıtı duyarsızlıktır. Hissizlik…Nefret ne kadar sarmaş dolaşsa aşkla, hissizlik o derece hısmıdır aşkın…

“Duyarsın da, niye ses etmezsin ay yüzlüm…Etme nefret benden, zira sen nefret ettikçe yeniden ölürüm”.

Aşkımızı öldürmemek için sarıldığımız nefretin bizi yok ettiğini farketmemiz biraz zaman alıyor değil mi?...Nefret edilen bilse, çok üzülür çünkü. Onu üzmek boynumuzun borcu. Çünkü elini kolunu sallayarak çıktı gitti hayatımızdan. Bilmediğimiz detay, aşık olduğumuz ve bizi terk eden bireyi asıl öldürenin onu unutmamız olduğudur. Onu asıl üzen unutulmaktır. Nefret onu üzer ama aynı zamanda sessiz egosunu okşar. Unutulmak ise bir insanı öldürür. Unutulduğunu anlayan insanın egosu kalmaz. İster kendinden vazgeçen birey olsun, ister kendini daha fazla seven taraf olsun, uzatmaları oynayan iki denk olmayan futbol takımının bir anda oluşturduğu denklik gibi, eşitlenir ikisi de. Yani, ister ölümüne sevsin, ister kaçınarak sevsin, unutulduğunu anladığında tıkanır nefesi…

Bir aşk doktoru değilim. Kimseye öğüt verecek kadar da büyümedim. Sadece aşık oldum ben. Nefret edecek kadar, nefretimi kontrol edip ona karşı adım adım hissizleşip, duyarsızlaşacak kadar sevdim…Yolun sonunda kendimi bulacak kadar sevdim. Sonra, aynaya baktığımda “BEN”i gördüm. Meğer, hiç varolmayan BEN, varolmaya başladığımda, duyarsızlaşacak kadar güçlü oluvermişim. Onu anladım…Nihayetinde, intikam almayı sevmediğimi bildiğim için, en güzel ödeşmenin, onu yok saymak olduğunu fark ettim. Şimdi bir BEN varım bir de kendim…

                                            Terkedilen dertli kadın v.04
             (Hayal ürünüdür. Empatik beyin ürünüdür)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder