13 Eylül 2014 Cumartesi

...HİÇ...

                 
Çok büyük duygusal sınıf farklılıklarının olduğu toplumlarız biz. Biz sevenler, aristokrasinin içinde var olmaya çalışan üçüncü sınıf insanlar oluverdik. Sevmiştik, seviyorduk. Yalnızdık...Bohem bir kalabalığın içinde oksijen arayan insancıklar oluvermiştik. Kollarımız kan revan içinde tutunduğumuz otobüs direkleri kadar soğumuştu kalplerimiz. Biz en çok bize küstük aslında. Bizi bu hale getiren onlarca şeye cephe almak varken, birbirimize cephe almış bulduk kendimizi. Ufacık bir kıvılcımla patlamaya hazır barut gibiydik...Pimi çekilmiş bombalardık biz. Tehlikeli, sezilemeyen, öngörülemeyen...Sevmekten korktuk her geçen gün. Birbirimize yaklaşmaktan, teslim olmaktan, birini hayatımızın merkezi yapmaktan korktuk. 

Biz ne yaptıysak, kendimize yaptık aslında. Kendimiz olmayı bırakıp başkalarının takdir edeceği hayatı yaşamaya başladık. Eğer güçlü durursak, acımasız, hoyrat ve umursamaz olursak ne kadar karizmatik insanlar oluveriyorduk değil mi...COOL oluyordu, sevdiğine köpek muamelesi yapan cins. Onu peşinden koşturan, süründüren minik insanın sırtı sıvazlanıyordu...Egosu her geçen gün büyüyordu bu insanın. En sonunda, koskocaman olan ego, kişiliği domine edercesine hayatına sahip oluveriyodu bireyin. Bireyselliğini devam ettirmek zorunda olan kişi ise, her geçen gün biraz daha gizliyordu aslında o sevgiye muhtaç, sevilmeye muhtaç ama muhtaciyetini gösterdiğinde paramparça edileceğine inanmış çocuk yüreğini...

Peki neden gizledik gerçek bizi..Evet en büyük sessizliğin başladığı hoyrat kalabalık burada. O kadar sessiz ki buna sebep olan insanlar. Gölgelerinin bile sizi izlediğini hisseder, tedirgin olursunuz. Kolları bağlı, karşınızda sizi eleştirmek için beklerler adeta. Sevemezsiniz, terkedemezsiniz, terkedilme özgürlüğüne bile sahip değilsinizdir. Terkedilme ihtimalinden o kadar korkutulursunuz ki, sevgiyi hissedemezsiniz. Sevmeye başladığınızda dizleriniz titrer, canınızdan can gider. Çünkü size dayatılmış bir tabudur tarihin tekerrürü...Çok seversen gider...Oysa sevmek başlı başına bir yalnızlık değil midir? Bir insan bu kadar yalnızken nasıl terkedilebilir?...

İçiniz kan ağlarken, dudaklarınız attığınız kahkahaların izini taşır ya, işte bazen böylesine sevgisiyle yalnız kalır insan...çaresizce avutur yüreğini sahte mutluluklarla. Onun yastığına sinmiş, pis kafasının kokusunu içine çekmek ister. Çünkü o kafası hiç pis değildir onun. Aylarca yıkanmamış olsa da, eğer ona ait hissediyorsa insan kendini, o hiç pislenmez. Hiç kirlenmez. Ter kokusu, günlük hayatın tüm keşmekeşini yok eder. Sevmek, tutkuları besleyen ama o tutkulardan beslenmeyen bir duygudur. İnsanın yokluğunun içinde var olabilen yalnızlığıdır. Tek başına bir anlam taşıyan tek olgudur. Aşk iki kişiliktir ama insan tek kişilik sever...
P.s. ter kokusundan iğrenmediğiniz insanlarla yuva kurunuz. Zira birgün altından almak zorunda bile kalabilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder