Öyleyse hiç sevmemiş, sevilmemişsin gönül sen...*
Sevmeden ve etrafındaki kadınlar biraz şanslıysa sevilmeden yitip gitmeye mahkumdu bu hayatlar. Yok eğer sevildilerse, onu seven kadınların vay haline. Bu insanlar yıkıp geçer, kül edip giderdi arkasında bıraktıklarını.
Ayrılmak, gidenin, kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır, yanar durursun kül olana kadar...**

İşte bu insanlar arkalarında bıraktıkları şey kor değilmişçesine arada bir gelip, bir iki kelime atıştırarak, bir iki cümle sarf ederek kurbanın kucağındaki koru kül olmadan harlandırmaya kalkar, arada sırada yoklarlardı. Sonra yine yok olurlardı. O kor küllenirdi ama kurban da korla birlikte yanardı.
Fakat onlar o süreçte yanmazdı. Çünkü sevmeyi bilmezlerdi. Güzel sevmeyi bilmedikleri için çoğunlukla güzel yanmayı da bilmezdi bu insan oğulları.
“Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin hırs, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım. Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğneyemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca da, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir”.***
İşte bu insanların, aslında yaşatırken yaşattığı budur. Kendi melankolilerine ortak ararlar. Kendi hareselerini yaşarken, izleyici isterler yanlarında. Onlar bu hazzın doruğunda gözleri kırpışırken, karşılarında onları alkışlayan ve onları onaylayan insanlar olsun isterler. İşte ancak o zaman onlar için görev tamamdır. O vakit acı, gerçek bir acıdır. Vakit tamamdır, kişi tekamülüne erişmiştir. Yeterince acı çekilmiştir. Terk ederek yaşadıkları bu acı onları bağımlı yapar. Kavuştuklarında yaşadıkları hazzı en uç seviyede yaşamalarını sağlar.
Bu bencilce ve karmaşık ruh yapısındaki olağan psikopatlığın kuşattığı insan evladı, bunu yaparken hem kurbanı hem izleyicisi olarak yanında tuttuğu insanın çektiği acının farkında değildir. Bu acı onun umurunda da değildir. O, acısından öyle zevk alıyordur ki, acısı onu sarhoş etmiştir.
Yeterli sarhoşluğa vardığında artık geri dönmek vakti gelmiştir. İşte bu insanlar, gelgitlerle dolu ilişkilerin insanıdır. Onlar hep yarımdır; tamamlanmak istemezcesine, siz onların elini tutmaya çalıştıkça sizden kaçarlar. Siz bütün olmaya çalıştıkça sizden uzaklaşırlar. Çünkü onların hiçbir hikayesi tam değildir. Tam olarak sevebildikleri kimse yoktur. En değer verdikleri insanlardan bile ne kadar uzak durduklarını gördüğünüzde anlarsınız ki aslında bu yalnızca size yapılmış bir davranış değildir. Onlar yarım kalmaya ve sevgisizliğe mahkumdur. Sizinleyken bile aslında sizinle değillerdir. Hep yarım ağız konuşur, yarım yürek kalırlar hayatınızda. Hep kapının eşiğinde gitmeye hazır bekletirler bavullarını. Öyle ki, sundukları bunca güvensizliğin, istikrarsızlığın karşısında yüreğiniz üşütür, hastalanmaya başlarsınız. Yüreğinizin kırıldığını anlamaz, içerden dışarıya hücum eden tepkilerinizi tanıyamaz anlamlandıramaz ama farklılaştığınızı fark edersiniz. Bu siz değilsinizdir bilirsiniz ama ona kendinizi anlatamazsınız.
Yoğun güvensiz ve tedirgin ilişki süresince adeta sürekli pusuda bekleyen askerlerin kanındaki adrenalinle zehirlenmesi ve sonundaki delilik gibi siz de zehirlenmeye başlarsınız. Gün geçtikçe, ruhunuzdaki zehir yayılmaya başladıkça daha öfke dolu, daha isyankar olursunuz. Sonuç olarak adeta sizi terk etmek için en baştan beri teyakkuzda bekleyen bu insanın avuçlarına istediği sebepleri verirsiniz. Aslında maalesef o farkında olmasa da bilinç dışında hep arzuladığı şeyi ona verirsiniz. Yani terk etme hazzını ve ilişkisizliği, yalnızlığı.
Bu insanlar ile istikrarlı bir ilişki devam ettirmek, güvenli bir ilişki sürdürebilmek imkansızdır. Çünkü güven acısızdır. Onlar ise acı ister. Onlarla olmak için kendi kanınızı içmekten keyif almanız gerekmektedir. Onlarla aynı hareseye sahip olmalısınız. Yani onlarla olmak için, onlar gibi olmanız gerekir.
Ancak, işte en büyük handikap burada başlar ki, onlar, kendileri gibi olanlarla olamazlar. Çünkü bu, yeterince acı vermez. Çünkü, bu ilişkinin bitişiyle meydana gelen ayrılık büyük bir sevginin kopuşu olmayacaktır. Büyük bir sevgi ancak büyük bir bağlılığın sonucunda oluşur ve bu bağlılığı ona ancak bir kurban yani “siz” verebilirsiniz. Siz, yani, sevmeyi bilen bir avuç normal insan.
Güvenli bir ilişki isteyen, istikrarlı bir ilişkide huzur bulan, her zaman yanınızda olacağını hissettiğiniz bir insanın elini tutarken tedirgin olmayan, siz huzurlu insanlar. Oysa istediğiniz sadece hayatınızda karşılıklı iletişimin olduğu, güven duyabileceğiniz ve gitmeyeceğine emin olduğunuz-olmasanız da size bunu hissettiren-bir ilişkidir. Tek istediğiniz, zor günlerde sizin elinizden tutan, her zaman yanınızda olacağını bildiğiniz-olamasa dahi mutlaka geçerli bir sebebi olduğunu bildiğiniz-, sözüne güveneceğiniz bir insana tutunmuş olmaktır. Çünkü siz böyle sevebilme kapasitesine sahip bir insansınız ve gerçek sevgiyi sonuna kadar hakediyorsunuz.
Paranız bu kadar bol ve bu kadar iyi şoförken o halde Doğan markalı otomobilden BMW kalitesinde konfor ve hız beklemekteki ısrar ne? Üstün bir kalitenin sizi taçlandırmasına izin verin ve bu konforu yaşayıp arkanıza yaslanmayı öğrenin :) Haydi hanımlar zaman konfor zamanı, yolda kalan arabaları vurdurma devri bitti ;)