
“Affetmek çiçek açmasıymış ruhun”...
Kitabı elinden bırakırken bir iç geçirdi. Vızıldamalarla dolu kitaplar…Yaşamadığı acıları yaşamış gibi yazan yazarlar. Bazı acılar süslü birkaç cümleyle vücut bulamazdı. Yaşamak lazımdı, acımak lazımdı.
Kitabı elinden bırakırken bir iç geçirdi. Vızıldamalarla dolu kitaplar…Yaşamadığı acıları yaşamış gibi yazan yazarlar. Bazı acılar süslü birkaç cümleyle vücut bulamazdı. Yaşamak lazımdı, acımak lazımdı.
Bir yudum alıp unuttuğu kahve fincanına baktı. İnsan bir yudum alıp unutabilir miydi bir güzelliğin sonunu getirmeyi…Saatlerdir açık olan televizyona baktı. Bazı insanlar da bazılarının hayatında böyleydi işte. Sessizlik olmasın diye açık bırakılan televizyon gibi. Ne dediği duyulmayan, izlenmeyen ve dinlenilmeyen.
İnadına televizyonun sesini açtı. Ses şeridi sona dayanmıştı. Kulakları acımaya başladı ve anlamadığı bir yerden gelen gözyaşları boşanıverdi yanaklarına. Sıcak, zalim ve kaygısız.
Ey dili bin beş yüz sonbahara denk düşenim
Göğsümde seksen kaplan yarası olanım
Seni de affettim,
Rahatla
Affetmiş miydi yaralarına sebep olanları? Varlığı bir hayata mal olan yaralarının sorumlularını... Bu yaralara denk düşenleri affetmiş miydi? Birden durdu gözyaşları; cevap bekler gibi, hızlı bir koşu sonrası soluklanır gibi durdu.
Gözünün önünden film şeridi gibi geçen kayıplarını düşündü. Bu karelerde üç kayıp bir kazancı yutmaya başladı. Sonra, kayıpları kayıplarını yuttukça bir çığ gibi büyüdü. Önceden kaybolan misketleriyken, sonra kalemleri oldu. Sonra oyunlarındaki arkadaşlarını kaybetmeye başladı. Sonra babasını kaybetti. Bu kayıplar silsilesi, kontrolünü kaybetmiş çığ gibi, hayatının en üst noktasından aşağıya doğru, geçen yıllarla beraber yuvarlanmaya başladı. Kara bir delik gibi, kazandığı onlarca şeyi yutarak ilerledi hayatında. İlk aşkını yuttu önce. Sonra en yakın arkadaşını. Sonra hayallerini. Sonra güven duygusunu. Yuttukça büyüdü, büyüdükçe daha büyük şeyler yuttu. Yolun yarısına geldiği yaşta, düzlükte hız kaybetti çığ ve durdu. İçinde onlarca gözyaşı, çığlık, travma ile durdu. Arkasında bıraktığı fırtınada göz gözü görmüyordu. Sessizlik ve soğuk öyle sarmıştı ki yüreğini, soğuğu neden sevmediğini hatırlayıverdi.
Gözünün önünden film şeridi gibi geçen kayıplarını düşündü. Bu karelerde üç kayıp bir kazancı yutmaya başladı. Sonra, kayıpları kayıplarını yuttukça bir çığ gibi büyüdü. Önceden kaybolan misketleriyken, sonra kalemleri oldu. Sonra oyunlarındaki arkadaşlarını kaybetmeye başladı. Sonra babasını kaybetti. Bu kayıplar silsilesi, kontrolünü kaybetmiş çığ gibi, hayatının en üst noktasından aşağıya doğru, geçen yıllarla beraber yuvarlanmaya başladı. Kara bir delik gibi, kazandığı onlarca şeyi yutarak ilerledi hayatında. İlk aşkını yuttu önce. Sonra en yakın arkadaşını. Sonra hayallerini. Sonra güven duygusunu. Yuttukça büyüdü, büyüdükçe daha büyük şeyler yuttu. Yolun yarısına geldiği yaşta, düzlükte hız kaybetti çığ ve durdu. İçinde onlarca gözyaşı, çığlık, travma ile durdu. Arkasında bıraktığı fırtınada göz gözü görmüyordu. Sessizlik ve soğuk öyle sarmıştı ki yüreğini, soğuğu neden sevmediğini hatırlayıverdi.
Soğuk yürek üşümesiydi onun için. Yalnızlıktı, açlıktı. Aç uyumak zorunda kaldığı gecelerdi. Tüp parası veremedikleri için, kömürlüğe kaldırmak zorunda kaldıkları katalitiğin ardından şehrin ortasında soba yakmaktı. Soğuk, onun için kömür kokusuydu. Sobaya atılan ıslak odunlara değdiğinde hissettiği kimsesizlikti. Soğuk, onun için beden eğitiminde giyip bütün arkadaşlarının güldüğü, bileklerini kapatmayan eşofman altıydı. Soğuk, onun için babasının dükkan kapısına gittiğinde kapıdan çevrildiği gün eve sırılsıklam ve titreyerek gelişiydi. İşte bu yüzden sevmezdi soğuğu, yağmuru, kışı. Bir tek kar yağdığında unuturdu üşümeyi. 3 yaşındayken kar topu oynamaya çıkamadığı gün eve babasının getirdiği bir leğen karla kardan adam yapma fırsatını hatırlardı her kar yağdığında. Kar yağdığında, mecburen evde olurdu tüm aile halkı. Çay demlenirdi. Pencere denizliğine konulan çayın buharı üstüne çizdiği resimleri hatırlardı. O resim çizerken devam eden ve kulak dolduran sohbetler aklına gelirdi. Tıpkı, sessizlik olmasın diye açık bıraktığı televizyonun varlığı gibi…
İçmeyi unuttuğu ama yanında soğumaya devam eden kahve gibi…
İçmeyi unuttuğu ama yanında soğumaya devam eden kahve gibi…
Kitabı tekrar eline aldı. Kaldığı yerden okumaya devam etti. Affetmek yenilmek değildir, yazıyordu kitapta. Kabullenmek değildir, bırakmaktır diye de ekliyordu yazar. Bırakmak, ne ola ki böyle kolay telaffuz edilebiliyor ama tasavvuru bu kadar sancılı oluyordu. Affedilmesi gerekenler hala hayatındayken neyi nasıl bırakabilirdi ki. O bıraksa, kader öfkesini avucuna tutuşturuyordu. İşte o esnada yalnız olmak ağır geliyordu ona. Belki de yalnızlığı bu yüzden çokça sevmiyordu. Yalnızlık, onu içine çeken bir girdap gibiydi.
Baştan yaratılmasını istediği kaderinin içine çeken bir girdap. Geri getiremeyeceği, değiştiremeyeceği şeyleri düşündüren bir karanlık.
Baştan yaratılmasını istediği kaderinin içine çeken bir girdap. Geri getiremeyeceği, değiştiremeyeceği şeyleri düşündüren bir karanlık.
Dışarıda yağmur yağıyordu, sicim sicim dökülen damlalar yarış ediyordu pencere camı üstünde. Mum ışığının yarattığı aksini gördü camda.
Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukçasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakçasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına.
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı.
İlk kez gördüğü mumun yakmasına inanmayacaktı.
Mum aleviyle oynayan kedisine bakıp gülümsedi. Kedisinin alevle mücadelesi ne kadar kendisinin hayatla mücadelesine benziyordu. O da yanana kadar anlamamıştı beyhude mücadelenin ne demek olduğunu. O da oldurmaya çabalamaktan görememişti oldurulamayacakları.
Yanmadan anlamayacaktı, anlamadı…Yandı…
Yanmadan anlamayacaktı, anlamadı…Yandı…
Kedisinin kısa süre sonra patisi yanmış olacak ki, kenara çekilip patisini yalamaya başladı ve mumdan uzaklaşıp bulduğu karanlık bir köşeye uzandı. Tıpkı kendi hayatının dönemecinde yaptığı gibi...
Kedi, adeta sahibinin hayatına öykünerek kendi gerçekliğini yaratıyor, karanlıkta, yanmış
patisini yalarken, gecede saklanmış karanlığını kokluyordu.
patisini yalarken, gecede saklanmış karanlığını kokluyordu.
https://youtu.be/Mprw5GueH3k?si=fMksu88YiW-k0wJB
YanıtlaSil