“….öleceğini neden haber
vermedin….
….aradım seni, açmadın”…
Sessiz bir haykırışla gidenin
ardından döktüğümüz gözyaşı ve isyan…her giden dünyanın en iyi insanı…her giden
günahlarından biraz daha arınıyor gittikçe…mesafe arttıkça, güzellikler
çoğalıyor, çirkinliklerin üstü örtülüyor…O halde neden yakınlaşma çabasındayız
ki…neyin ısrarı farkında olmadan birbirimize yanaşım çabalarımız…
Masum olan insanı kirletti aşk.
Sonra aşk masum kaldı insan günahkar. Aslında hepimiz günahkarız. Çünkü hepimiz
aşığız. Kaçtıkça daha fazla yakalandığımız o iğrenç girdabın içine doğru
istemeden sürükleniyoruz. Aşkımız için nefesimizi bile tutuyoruz. Nefesimizi…Bizi
tutuyoruz yani…Biz olmadan aşkımız varolabilecekmiş gibi, kendimizi yok sayarak
var ediyoruz aşık olduğumuz bireyi. Sonra, onun bizi görmesini, sevmesini,
bize, bizim ona verdiğimiz değeri vermesini istiyoruz…
Ortada bir aşk varsa, bireylerden
biri kendini yok saymışsa bu birliktelikte, diğeri mutlaka kendini varsaymıştır.
Yoksa teknik olarak bir birliktelik olma ihtimali bulunmuyor maalesef. Yani,
beraberlik, tek tarafın daha fazla sevmesiyle meydana gelen bir bütünleşme halk
dilinde. Çünkü diğer taraf, kendini daha fazla seviyor. Tüm hikayelerde,
kendinden vazgeçmiş aşıkların birlikte olamadığını görürüz. Bir türlü bir araya
gelemezler. Çünkü ikisi de yoktur aslında. Varolmayan bireyler birlikte
olabilir mi?...
Doğru aşk, kendinden geçerek sevmek
mi, yoksa kendini severek çoğalmak mı, bunu cevaplayabilmiş bir hipotez yok
şuana kadar. Herkes, sen varsan, o var, yoksan o yok diyor ama birey kasıtlı
olarak vazgeçmiyor kendinden, bunu anlamıyorlar. Kendinden vazgeçmek de, öyle
kolay bir şey değil. Maharet istiyor. Mesela en başta, kendini çok da sevmeyen
bir birey olman lazım. Zor aslında…hayatın sana sunduğu kötü kadere maruz
kaldıysan olabilitesi o oranda artan bir ihtimal. İkincisi, kendine özsaygının
olmaması gerekiyor mesela. Devamlı kaygılı bir birey olmak. Herşeyi üstüne alınan, insanların tavırlarına göre hayatını
şekillendiren, patolojik bağımlılığın kıyısında vantuz misali yapışacağı adayı
bekleyen birey olmak…Evet hakikaten zor kendinden vazgeçen insanın durumu. Zira
o zaten, aşık olmadan önce de vazgeçmiş kendinden…
“Heyhat, sen yanar da söner mi
sandın?…Ölmüş döner mi, dönmüş ölmüş mü sandın?”…
Giden, ölüyor değil
mi?…Öldükçe, daha
fazla yaşıyor insan. Kalan aşık kendinden vazgeçen tarafsa, gidenle birlikte o
da ölüyor. Bir daha asla varolmamak üzere, yok oluyor. Varlığı ile yokluğu bir,
silik bir birey çıkıyor ortaya. Gidenden nefret eden kalan, her gün biraz daha
yeniliyor nefretini. Eğer, giden kendinden vazgeçen bireyse, kalan nefretini her
gün yenilemektense, o nefreti stabil tutmayı tercih ediyor. Artmayan, eksilmeyen
ama azalmayan bir nefret…
Nefret ediyorsunuz, vazgeçtiniz,
unuttunuz onu. Defolsun gitsin ne hali varsa görsün, kimle düşüp kalkıyorsa
kalksın. Zaten sizi hiç sevmemişti. Sizin biçare kalbinizle oyun oynadı,
eğlendi. Sizin aşkınızla beslendi ve doyduğunda da gitti…İşte nefret bu kadar
fazla aşkla sarmaş dolaş…Nefret ettiğiniz bireyi unuttuğunuzu sandığınız her an
biraz daha hatırlarsınız aslında. Nefret aşktan, aşk nefretten beslenir.
Nefesini paylaşamadığınız bireyin, tenini başka insanlara terk etmek, nefretin
yaratmış olduğu mazoşistliğin son noktasıdır. Kendinizle oyun oynandığını
düşündüğünüz her an biraz daha yok sayarsınız kendinizi. Kendinizi yok saydıkça
nefretiniz büyür, zira nefret yokluktan beslenir. Eksiklikten haz duyar. Siz
eksildikçe, nefretiniz büyür; siz tamamlandıkça, duyarsızlığınız artar. İşte
aşkın karşıtı duyarsızlıktır. Hissizlik…Nefret ne kadar sarmaş dolaşsa aşkla,
hissizlik o derece hısmıdır aşkın…
“Duyarsın da, niye ses etmezsin
ay yüzlüm…Etme nefret benden, zira sen nefret ettikçe yeniden ölürüm”.
Aşkımızı öldürmemek için
sarıldığımız nefretin bizi yok ettiğini farketmemiz biraz zaman alıyor değil
mi?...Nefret edilen bilse, çok üzülür çünkü. Onu üzmek boynumuzun borcu. Çünkü
elini kolunu sallayarak çıktı gitti hayatımızdan. Bilmediğimiz detay, aşık
olduğumuz ve bizi terk eden bireyi asıl öldürenin onu unutmamız olduğudur. Onu
asıl üzen unutulmaktır. Nefret onu üzer ama aynı zamanda sessiz egosunu okşar.
Unutulmak ise bir insanı öldürür. Unutulduğunu anlayan insanın egosu kalmaz.
İster kendinden vazgeçen birey olsun, ister kendini daha fazla seven taraf
olsun, uzatmaları oynayan iki denk olmayan futbol takımının bir anda
oluşturduğu denklik gibi, eşitlenir ikisi de. Yani, ister ölümüne sevsin, ister
kaçınarak sevsin, unutulduğunu anladığında tıkanır nefesi…
Bir aşk doktoru
değilim. Kimseye öğüt verecek kadar da büyümedim. Sadece aşık oldum ben. Nefret
edecek kadar, nefretimi kontrol edip ona karşı adım adım hissizleşip, duyarsızlaşacak kadar
sevdim…Yolun sonunda kendimi bulacak kadar sevdim. Sonra, aynaya baktığımda “BEN”i gördüm. Meğer, hiç varolmayan BEN,
varolmaya başladığımda, duyarsızlaşacak kadar güçlü oluvermişim. Onu
anladım…Nihayetinde, intikam almayı sevmediğimi bildiğim için, en güzel
ödeşmenin, onu yok saymak olduğunu fark ettim. Şimdi bir BEN varım bir de
kendim…
Terkedilen dertli kadın v.04
(Hayal ürünüdür. Empatik beyin ürünüdür)
(Hayal ürünüdür. Empatik beyin ürünüdür)