Gözlerime bak,
adını söyle. Biliyorum anlamayacaksın ama yeni öğrendim sormayı. Bildiğim tek
soru bu. Lütfen kınama aksanımı. Alay etme, bıyık altı gülme…Adın ne?
Vildan. Senin?
İsra.
Esra…güzel sözlü, ışıl ışıl Esra. Suriyeli…Kaçmış
gelmişlerden bir avuç “insan”...
Hiç gözlerime böylesine hayran bakan bir kız çocuğu
olmamıştı. Kalabalıktı geldiği yerler. Acı vardı. Gürültü çoktu. Sessizce
izledi ne yaptığımı. Dudağında minik, masum, kaçamak bir tebessüm.
Ürkek…Ürkmüş, ürkütülmüş. Çünkü aslında insan olmayı becerememiş bir topluma
sığınmış. Çünkü, çoğunlukla sevmeyi bilmediği için vatanını da sevememiş bir
topluma sığınmış. Müslümanız diyen ama insanlar katledilirken sessizce secdede
selam veren insanların arasında var olmaya çalışmış…Denemiş belli. İnsan olanı
bulmayı denemiş. Bakışlarından belli. Ailesindeki diğer kadınlardan onay almak
için onların bakışlarını arayışından belli…Tembihli…
Bir gözüme, bir kulaklığıma, bir de telefonuma bakıyor sonra
yanakları kızarıyor. Gözlerini kaçırıyor. Utanıyor. Neyden utandığını
anlayamadım. Kafa da yormadım işin garibi. Dinlemek ister misin dedim?
Dakikalardır bu teklifi bekliyormuş gibi parladı gözleri.
Utandım. Elimdeki telefondan utandım. Bu müziği dinleyebiliyor olmaktan
utandım. Yol boyunca Edip Akbayram’dan başladık. Biraz Kürtçe, biraz Zaza’ca
şarkılar açtım. Sonra Arapça bir şarkı açınca o kadar sevindi ki. Hiçbir şey
anlamıyordum sözlerinden ama hayatımda dinlediğim en güzel Arapça şarkıydı. Kaçamak
bakışlarıyla teşekkür etti yol boyunca. O her baktığında ben biraz daha
utandım. Konforum yerindeydi ve huzurluydum. Mutluydum evet. Bu lütuflar
utandırdı beni. Ne kadar şımarık olduğumuzu düşündüm. Şımarıktık. Saçma sapan
şeylere dertleniyorduk. Keşke tanımadığımız bir yabancının kulaklığıyla müzik
dinlediğimizde bu kadar mutlu olabilme ihtimalimiz olsaydı. Sırf bu mutluluk
için elimdeki her şeyi vermeye hazır olduğumu farkettim.
İnecekleri durağa geldiklerinde, ailesi sırayla bana baktı.
Gözlerinde anlamlandıramadığım, belki de aslında hiç daha önce tanışmadığım bir
teşekkür. Tam inecekken, ışıl ışıl baktı yine gözlerime. İçine almak
istercesine sardı bedenimi. Ben çok uzun süredir kimseye böyle sarılmamıştım.
Kimse bana böylesine sarılmamıştı. Utandım. Sanki yaptığım bir lütufmuşçasına
bana teşekkür eden bebek kollarımdayken bu hayata, bu adaletsiz dünyaya lanet
okudum. Çünkü kimliksizdi sarılmak. Irkı yoktu, renksizdi.